EĞİTİMDEKİ EN BÜYÜK YANLIŞ NEDİR?..
Selahattin KARAASLAN
-Başlığı okuyanların itirazlarını duyar gibiyim: “ Yanlış olmayan bir uygulama da var mı?” diye…
Evet, bu da doğru ama eksik bir yorum…
Birçok yanlışı olmasına rağmen birçok doğrusu da var eğitim sistemimizin…
Okullaşma düzeyindeki artış, kız öğrencilerin okumasına verilen önem, ücretsiz kitap uygulaması ( Bu konuda fikir doğru ancak uygulamada eksikler var. Yerimiz kalırsa bu konu üzerinde de duracağım. ), okul öncesinde yapılan yatırımların artması, eğitim sisteminde; e okul, mebbis, öba, eba vs. çağa uygun bilişim uygulamaları doğru ve çok yararlı uygulamalardır.
Şimdi başlığa geri dönelim:
En büyük yanlış nedir?..
Evet, öyle bir yanlış var ki, diğer bütün yanlışları besliyor ve adeta tüm yanlışların ana kaynağı gibi duruyor.
Sözü uzatmadan meramımızı anlatalım:
En büyük yanlış ‘bilgi’ denilen kavramın okul öncesi ve 1. Sınıf hariç neredeyse eğitimin bütün kademelerinde ‘araç ‘ değil; ‘amaç’ halini almasıdır…
Yine bazı itirazları duyar gibiyim; ‘araç olsa ne olur, amaç olsa ne olur?’ diye…
Maalesef durum bu kadar basit değil…
Günümüzde gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerin arasındaki en önemli farklardan biridir bu durum.
Gelişmiş ülkeler verilen bilgiyi bir davranışa bir kültüre dönüşmesi için verir. Bu nedenledir ki, verilecek bilginin miktarını-dozunu iyi ayarlarlar…
Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler için ise bilgi bir araç olmaktan ziyade bir amaca dönüşür.
‘ Çok bilgi ezberle, sınavı geç, sonra da unut…’
Durum özetle budur…
Öğrencinin en büyük amacı “ Ben bu sınavı geçmek için bu bilgiyi öğrenmeliyim.” Der ve öyle de yapmak zorunda kalır. Çünkü sistem denilen mekanizma böyle istiyor…
Sınavın verilmesinden bir süre sonra da beyin o bilgilerin büyük bölümünü zaten siler.
Beyin böyle bir şey işte…
Kullanılmayan ya da bir kültüre dönüşmeyen bilgiyi ‘ fazlalık ‘ olarak görür ve siler. ( Günümüzde cep telefonlarında benzeri bir uygulama kullanılmaktadır. Android telefonlarda telefonunuza indirdiğiniz bir uygulamayı bir süre kullanmazsanız hemen size bir uyarı gelir ve şöyle der: “ Telefonunuzda kullanılmayan ve yer işgal eden uygulamalar için ‘ derin uyku’ planlandı.”
Bir öğrenci bir bilgiyi amaç olarak görürse sınavı verinceye kadar kendisi için önemlidir. Aynı öğrenci bu bilgiyi araç olarak görürse nerede ve nasıl kullanacağını da öğrenir…
İşte ülkemizin en büyük sorunu bu…
Sistem; öğrencinin bilgiyi amaç olarak görmesini sağlıyor. Bunun neticesinde de az önce belirttiğim gibi anaokulu ve 1. Sınıf hariç tüm öğretmenler sınava yönelik çalışmalara ağırlık verirler. Hatta öyle bir hal alır ki; sınıf büyüdükçe bilginin amaç olma durumu da büyüyor.
Basit bir örnek vereyim: Yaklaşık 50 yıldır ülkemizde lise sistemi tamamıyla ölmüştür. Çünkü liseye geçen öğrencinin bir tek amacı vardır. Sadece ve sadece iyi bir üniversiteye yerleşmek amacıyla sınavda başarılı olmaktır. Lisenin son sınıfında bu amaç artık öyle bir hal alır ki, öğrenciler okula gitmeye de gerek görmez. Çünkü öğrenci dershane, kurs merkezi, özel ders vb. sarmalın içinde dönüp durur.
Zaten Bakanlığımız da bu durumun farkında ve 2022 yılında lise son sınıfta devamsızlıktan kalmaya son veren bir tebliğ de yayınlamıştır.
Bir de sınav sisteminin yarattığı ve kocaman bir sektör haline gelen dershaneler, kurs merkezleri, etüt merkezleri, özel ders sistemi ve yüzlerce yayın gibi uygulamalar var.
“ Ben bunları kapatıyorum” demekle de sistemi düzeltemezsiniz. Çünkü bunları kapatmak neredeyse kaportacıları kapatmak gibi bir sonuç yaratır. Yani; arabalar birbirlerine çarpmazlarsa kaportacılara da gerek kalmaz diye düşünülür. Eğitimde bilgi amaç olarak görüldüğü sürece ne sınav biter ne de sınavın yarattığı kurumlar ne de bu tür yayınlar biter.
Ya da bir başka deyişle hastalık olduğu sürece antibiyotikler de olacaktır…
Sonuçta da bu işi destekleyen dershaneler, kurs merkezleri, yayınlar da o kadar çoğalır ki nerdeyse okul artık ‘ gereksiz’ hale gelir ve ülkemizin eğitim bakanlığı devam edilmesini bile önemsemez.
Haliyle okul bile bilgi aktarma aracı olmaktan çıkar ve bilgi aktarma amacına dönüşür.
O nedenledir ki, sosyal beceriler, deney yapmak, araştırmak ve kitap okumak önemsizleşir artık ve önemsizleşti de… Artık öğretmenlerimiz ve okullarımız buna ne kadar zaman ayırıyor, ne kadar önem veriyor veya ne kadar gerekli görüyor bunu tartışmak lazım…
Trajikomik örneklere de rastlıyoruz: Öğretmenlik hayatı boyunca tüm yaklaşımlarında test odaklı çalışan ve yukarıda saydığımız ideal öğrenci yetiştirme uygulamalarından hiç birini bile yerine getirmeyen öğretmenlerin bile mevcut ve uyguladıkları sistemi eleştirdiklerini görüyoruz…
Yani durum ‘böyle başa böyle traş’ haline gelir…
Hatta bazı özel okulların bile dershane, kurs merkezi ve özel dersler verme gibi bir sistemi benimsediğini ve uyguladığını da görüyoruz…
Sistem böylece bir açmaza doğru sürükleniyor…
Gelişmiş ülkelerde bu saydığımız sistemlerin hiç birini göremezsiniz. Dershane yok, kurs merkezi, etüt merkezi, ödev merkezi yok, özel ders yok ve bu iş için hazırlanmış özel yayınlar da yok. Varsa bile kısmi uygulamalar ya da belli bir alan üzerinde eğitim vermeyi planlamış oluşumlardır.
Yani bizdeki gibi eğitim sisteminin ana omurgası durumunda değiller ve olamazlar da…
Şimdi durumunu teşhisini kabaca tamamladıktan sonra gelelim tedavi meselesine…
Peki, bu açmazdan nasıl kurtulacağız, bundan kurtulmanın yolu, çözümü yok mu?..
Aslında vakt-ı zamanında bunun en güzel örneği bu topraklarda zaten gerçekleştirilmiş.
Bunun adı Köy Enstitüsü…
Yıl 30 Eylül 1941…
Kars’ın Susuz ilçesine bağlı Cilavuz Köy Enstitüsü’nün Müdürü Halit Ağanoğlu’nun bir öğretmenin göreve başlaması üzerine ilginç bir tören yapar. Sabah sporundan sonra öğretmenler, öğrenciler bahçede yuvarlak bir düzen oluştururlar. Ağanoğlu öğretmeni tanıttıktan sonra şöyle devam eder:
“ Burada yeni bir eğitim sistemi kurguluyoruz. Burada bilgi amaç değil; üretmenin bir aracıdır. İş yapmak, yaratmak, üretmek, tartışmak, eleştirmek, doğruyu öğrenmek, düşüncelerini özgürce söyleyebilmek bir öğrencinin en temel özelliği ve hakkı olacaktır. “
Bu okulda öğrenciler öğretmenlik becerilerinin –ki bu bile günümüzden çok ileride beceriler- hangi becerilerle donatıldığını kısaca hatırlatayım: Arıcılık, bahçecilik, mandıracılık, balıkçılık, inşaat, yol yapımı, terzilik ve neler neler…
Günümüzde eğitimciler, anne ve babaların en büyük yakınması bu noktadadır zaten:
“ Öğrencilerin herşeyden haberi var ama hiç bir şey yapmak istemiyorlar.”
Bu nokta da tartışılmamalıdır: Yapmak istemiyorlar mı, yapamıyorlar mı?..
Aklımda kalan basit bir örnek bir örnek daha vereyim: Dönemin Müdürü Ağanoğlu Fizik Öğretmenini odasına çağırıyor. Ağanoğlu okulun hemen yakınından geçen dereyi gösteriyor ve fikrini açıklıyor: “ Bu derenin üzerinde bir baraj kurup elektrik üretebilir miyiz?” diye soruyor.
Çok uçuk bir fikir değil mi?
Ya da şöyle sorayım: Günümüzde bir fizik öğretmenini çağırıp bunu önersek…
Kestirmeden yorumlayım: “ Bu müdürün aklıyla zoru var..” derler…
Ancak durum böyle olmuyor.
Barajı yapıyorlar ve okulun tüm elektrik ihtiyacını buradan sağlıyor. Fazla olan elektriği de Susuz ilçesine veriyorlar.
Durumun bilinmesi için yazıyorum: Günümüzde laboratuvarın yerini bilen, deney yapabilen ve deneyin önemine inanabilen bir fizik öğretmeni bulursanız bana da bildirin. Çünkü o değerli şahsı ben de tanıyıp, tebrik etmek isterim…
Ben yaklaşık 26 ülkenin eğitim sistemini inceledim. Fin modeli, İsviçre modeli, kore modeli, Almanya modeli vesairesini incelerken fark ettim ki; Köy Enstitüsü bu modellerin hepsinden daha faydalı bir model..
Öyle bir model ki; öğrenci üstü-başı yırtık ve perişan halde okulun kapısından içeri giriyor. Dünya klasiklerini bitirmiş, çağın öğretmenlik donatılarıyla donanmış ve bunun yanı sıra görev yapacağı yerde üretime katkı sağlayabilecek onlarca yetenekle mezun oluyor.
Özetle; bir kapıdan gariban bir köylü çocuğu olarak giriyor öteki kapıdan donanımlı, bilgili, etrafına ışık saçmaya hazır bir ‘aydın’ olarak çıkıyor…
Peki ne oldu da bu bilgiyi araç haline dönüştüren, çok donanımlı öğretmenler yetiştiren ve okulda kullanacağı, yiyeceği-içeceği kendileri üreten bu kurumlar kapatıldı?
Yerine; becerileri öldüren, konuşamayan, okumayan, yazamayan ve donanımsız öğrencileri yetiştirmek kimin ya da kimlerin işine geliyor?
Bu soruları herkes kendine sormalı ve cevabını bulamıyorsa dönemin gelişmelerini incelemelidir diye düşünüyorum.
Kalın sağlıcakla…