İHD’den 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü için açıklama

İnsan Hakları Derneği (İHD) Batman Şubesi, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nün önemini yaptığı basın açıklaması ile belirtti.

Yaşam Yayın: 20 Kasım 2018 - Salı - Güncelleme: 20.11.2018 17:08:23
Editör -
Okuma Süresi: 19 dk.
Google News

Basın metnini okuyan İHD yöneticisi ve Çocuk Hakları Komisyonu üyesi Arcan Başar açıklamada, “Çocukların insan haklarının özel ve özenli ele alınmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 20 Kasım 1989 yılında, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi hazırlayarak üye ülkelerin onayına sunmuştur. Bu, dünya ülkelerinin en çok ortaklaştığı konunun çocuk hakları olduğunu göstermesi açısından umut vericidir. Türkiye sözleşmeyi, 1990 yılında imzalamış, 1995 yılında yürürlüğe koymuştur. Böylece sözleşmenin 4 temel ilkesini benimseyerek, Türkiye’deki tüm çocukların insan haklarına saygı duyulması, korunması ve gerçekleştirilmesini sağlama sorumluluğunu yerine getireceğini taahhüt etmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye, Çocuk Hakları içerikli çok sayıda uluslararası sözleşme ve protokole imza atarak çocuk haklarını koruma ve geliştirme iradesini sürdürmüştür” belirtti..

“Çocuk Hakları Temel Yasası” çıkarılmalıdır

İHD Batman açıklamanın devamında, “Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin imzalanmasından sonra Türkiye’de çocuk haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda etkili ve bütünlüklü bir yasal mevzuat oluşturulamamıştır. Çocuk Haklarının korunması ve geliştirilmesinin önündeki engel ve sorunlar önemli oranda tespit edilmekle birlikte çözümler genellikle palyatif, aktüel ve sadece resmi birimlere intikal etmiş olaylarda yapılacak iş ve işlemlerle sınırlı kalmıştır. Çocuklarla ilgili riskleri önceden tespit edecek ve riskleri önleyecek mekanizmalar ve politikalar henüz oluşturulamamıştır. Çocuk Haklarını düzenleyen bütünlüklü bir “Çocuk Hakları Temel Yasası” çıkarılarak mevzuat karmaşası en kısa sürede giderilmelidir.”

 

Açıklamanın devamı;

“TÜİK’in çocuk nüfusu ile ilgili verilerine göre, nüfusun % 28,3’ü yani 22 milyon 883 bin 288’i çocuklardan oluşuyor. Bunun dışında çoğu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 3.9 milyon mültecinin %43,58’i çocuk (1.7 milyon). Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün yayımladığı verilere göre, Türkiye’de 7 adet “Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu” (Ankara, Diyarbakır, Hatay, İstanbul, İzmir Kayseri, Tarsus) Ayrıca 4 adet Çocuk Eğitim Evi bulunmaktadır (Ankara, Elazığ, İstanbul, İzmir Urla). Çocuklar bu kurumlar dışında yetişkinler için düzenlenen kurumlara da yerleştirilmektedir. Nisan 2018 verilerine göre cezaevlerinde 12-17 yaş arasında (18 yaşından gün almamış) çocukların sayısı 2.491'dir. Bunların 1.719'u tutuklu, 772'si hükümlüdür. Çocukların 2.416'sı oğlan, 75'i kız çocuğudur. Çocuklarla ilgili davalarda kolayca tutuklama kararlarının verilmeye devam ettiği gözlenmektedir. Cezaevlerinde annesiyle kalan çocuklar için 2018 Temmuz ayında sunulan yasa teklifinde 668 çocuğun anneleriyle hapsedildiği belirtilmektedir. Veriler bu çocukların çoğunluğunun 0-3 yaş arasında olduğuna işaret ediyor. Çocukların anneleriyle birlikte cezaevinde kalmaları başlı başına önemli bir sorun iken; çocuklar için zorunlu olan temel ihtiyaç maddelerini (gıda, oyuncak, giysi vb) cezaevlerinde temin etmek çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Anneleriyle birlikte cezaevinde kalmak zorunda olan çocukların çoğunluğu kreş, anaokulu ve rehberlik hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Ceza ve İnfaz kanununda çok sayıda seçenek yaptırım modelleri olmasına rağmen çocuklu anneler bu seçenek infaz modellerinden yararlandırılmamaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK) verilerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocuk sayısı 2017 yılında, 2016 yılına göre binde 5 oranında artarak 335 bin 242 oldu[8]. Çocukların yüzde 57,7’sinin 15-17 yaş grubunda, yüzde 23,3’ünün 12-14 yaş grubunda, yüzde 18,5’inin ise 11 yaş ve altındaki çocuklar olduğu görüldü. Güvenlik birimine 2017 yılında gelen veya getirilen çocukların yüzde 66,1’i erkek, yüzde 33,9’u ise kız çocuğu oldu. Adli birimlere 66 bin 321 çocuk sevk edilirken, suça sürüklenen çocukların yüzde 33,3'ü bağımlılık yapan madde kullandığı açıklandı.

Güvenlik birimlerine gelen veya getirilen 335 bin 242 çocuğun yüzde 46,2’sinin mağdur olarak, yüzde 32,2’sinin kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla (suça sürüklenme), yüzde 13,7’sinin bilgisine başvurma amacıyla, yüzde 3,4’ünün kayıp (hakkında kayıp müracaatı yapılıp daha sonra bulunan) ve yüzde 4,4’ünün başka nedenlerden dolayı geldiği ya da getirildiği tespit edildi. Yani çocuklar, güvenlik birimine en çok bir suçun mağduru olarak geldi.

Güvenlik birimlerine suç mağduru olarak gelen 137 bin 482 çocuğun yüzde 59.1'i yaralama, yüzde 13.5'i cinsel suçlar, yüzde 6.8'i aile düzenine karşı suçlardan mağdur oldu. Ayrıca mağdur çocukların yüzde 3.8'i tehdit, yüzde 3.7'si hırsızlık, yüzde 3.1'i ise kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından mağduriyet yaşadı.[9]

Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce hazırlanmış olan 2017 yılı adli istatistikler raporunda açılan ve karara bağlanan davalardan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı İşlenen suçlar başlığında sunulan 35 896 davanın 16.348 tanesi “Çocukların Cinsel İstismarı Konulu davalardan oluşmaktadır.8

Son günlerde sıkça gündeme gelen çocukların Cinsel İstismarı konulu olay ve haberlerden sonra konu kamuoyu ve TBMM’nin gündeminde yer almış ve çoğunlukla hadım ve idam cezaları kapsamında tartışılmıştır. İnsan Hakları ve Çocuk Hakları örgütleri tarafından salt cezai yaptırımların sorunu çözemeyeceği, bütünlüklü olarak sorunun ele alınması; öncelikle risk durum analizlerinin yapılması riskleri ortadan kaldırıcı sosyal ve ekonomik çalışmaların yansıra, eğitim ve sağlık kurumları aracılığı ile farkındalık ve bilinç oluşturucu faaliyetlerle desteklenmesi, mağduriyet oluştuktan sonra etkili bir soruşturmanın yürütülmesi ve mağdur çocukların psiko-sosyal destek mekanizmalarından etkili bir şekilde yararlandırılarak yeniden iyi olma durumuna gelmesini kapsayacak bir çalışmanın gerektiği dile getirilmiş ancak konuya dair henüz yasal bir çalışma başlatılmamıştır.

Çocuk Emeğinin Sömürüsü Devam Ediyor!

ILO tarafından, çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar verici işlerde istihdam edilmesi olarak tanımlanan çocuk işçiliği ile Türkiye’ye dair erişilebilen verilere göre, 6 ile 14 yaşlar arasında 292 bin, 6 ile 17 yaşlar dikkate alındığında ise 893,000 olmak üzere 18 yaşın altında 1.185 bin çocuğun çalışma yaşamında yer aldığı tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra DİSK/Genel-İş Sendikasının “Emek Araştırmaları/Türkiye’de Çocuk İşçi Olmak” 2017 yılı raporuna göre Türkiye’de 2 milyon çocuk işçi bulunuyor.

Alanla ilgili kayıt dışı çalıştırma, veri toplama ve güncel veriye erişim sorunu devam ediyor.

2012 yılından bu yana güncellenmeyen TÜİK Çocuk İşgücü Anketi sonuçlarına göre, çalışan çocukların %49,8’i bir okula devam ederken, % 50,2’si okula devam etmemektedir. Ayrıca, 6-17 yaş grubundaki ekonomik işlerde faaliyet gösteren çocukların %41,4’ü “hane halkı gelirine katkıda bulunmak”, %28,7’si “hane halkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak” amacıyla çalışmakta olduğunu ifade etmiştir.

UNİCEF Türkiye Temsilcisi Philippe DUAMELLE 2017 yılı temmuz ayında yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de halen 850 bin çocuk işçi bulunmakta ve bunlardan 400 bin çocuk “En Kötü Biçimlerde Çocuk İşçiliği “olarak tanımlanan tarım sektöründe çalışıyor.11

Kayıt dışı istihdam ile yeterli düzeyde mücadele edilememesi ve caydırıcı yaptırımların olamaması çocuk işgücüne yönelik talebi arttırmakta ve en az maliyetle en yüksek karı elde etme anlayışı denetimsizlik ile birleşince çocuk emeğinin sömürüsü kurala dönüşmektedir.

Yapılan araştırmalar, çalışan çocuklar çoğu zaman okula devam edememekte hem çalışıp hem okula giden çocuklar ise okulda yeteri kadar başarı gösteremeyerek zorunlu eğitimlerini yarıda bıraktığını gösteriyor.

2018 yılının 'Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı' ilan edilmesine ilişkin Başbakanlık genelgesine karşın çocuk emeğinin sömürüsü can yakıcılığı ile devam ediyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü 2017-2023 yılları arasında sürecek olan “Çocuk İşçiliği İle Mücadele Ulusal Eylem Planı” hazırlaması Çocuk İşçiliğinin önlenmesi konusunda önemli bir adım olmakla birlikte 2005 yılından 2015 yılına kadar konu ile ilgili yürütülen çalışmalardan çocuklar lehine ne tür iyileştirmelerin elde edildiğine dair herhangi bir veriye yer verilmemiştir. Ayrıca Çocuk işçiliğinin en temel nedenlerinden birisi olan çocuk yoksulluğu ve hane halkı yoksulluğu ile gelir ve vergi adaletsizliğinin giderilmesine dair alınacak somut hiçbir tedbire yer verilmemiştir. Bakanlığın kendi bütçesi dahil kamu kurumlarının hiç birisinin bütçesinde çocukların yararı için harcanacak bütçe miktarları açıkça ortaya konulmamıştır.

Çok sayıda kamu kurumu ile programın yürütüleceği belirtilmekle birlikte Çocuk Hakları Alanında çalışan STK’larla sadece istişare toplantıları öngörülmüştür. Çok sayıda kamu kurumunu ortak harekete mecbur kılacak olan “Çocuk Hakları Temel Yasası” bir ihtiyaç olarak değerlendirilmemiştir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin aylık verilerine göre 2018 yılının ilk 10 ayından en az 61 çocuk işçi yaşamını yitirdi.

İSİG’in, Türkiye'de Çocuk İşçiliği ve Çocuk İş Cinayetleri Raporu'nda 2013 yılından Haziran 2018'e kadar en az 319 çocuğun yaşamını yitirdiğine dikkat çekildi. 319 çocuk işçiden 29’unun mülteci/göçmen çocuklar olduğuna dikkat çekilmiştir. Mülteci çocukların ölüm oranının bu denli yüksek olması hem çalışma koşulları bakımından çok daha tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kaldıklarını hem de çalışan mülteci çocuklara yönelik şiddetin ne denli büyük olduğunu göstermektedir. Çocuk iş cinayetlerinde ölen kız çocuklarının oranı ise yüzde 16 ile genel iş cinayeti verilerindeki kadın işçi oranından fazladır. Bu kız çocuklarının özellikle tarım sektöründeki yoğun sömürüsünden kaynaklanmaktadır.[13]

 

Savaşlar dünya genelinde de en çok çocukları etkiledi.

UNICEF tarafından yayımlanan açıklamada 2018 Eylül’de dünya üzerinde çatışmalı ortamların ya da doğal afetlerin etkilediği ülkelerde 5 ile 17 yaş arası 104 milyon çocuk bulunduğunu belirtiyor.

Yapılan tespit ve analizlere göre 2. Dünya savaşından sonra Suriye’deki çatışmalar nedeniyle en büyük İnsani Kriz yaşanmaktadır. Suriye’deki savaş 2011’den bu yana devam ediyor. Çocuklar kriz karşısında en ağır bedeli ödeyen ve en ağır yükü taşıyan kesim olmaya devam ediyor: eğitimleri, duygusal sağlıkları, hatta yaşamları bile risk altında.

Çoğu Suriyeli olan 1.7 milyon çocuktan 2018-2019 öğrenim yılı başlangıcında okula kayıtlı olan 616 bin çocuğa karşı, yaklaşık 430 bin çocuk hala okul dışındadır[15].

Başta Suriyeli aileler olmak üzere; Afgan, Irak ve İran’dan Türkiye’ye giriş yaparak daha iyi yaşam koşullarına erişebilmek için Avrupa ülkelerine yasadışı yollardan giderken yaşanan olaylar nedeniyle her yıl yüzlerce çocuk hayatını kaybetmekte ve yüzlerce çocuk bu süreçte ailelerini kaybederek refakatsiz çocuk durumuna düşmektedir. Türkiye en kısa sürede Mültecilerle ile hakları düzenleyen Cenevre Sözleşmelerini imzalamalı ve geldikleri ülke ve coğrafyaya göre statü verme çifte standartına son vermelidir.

 

Ülkemizdeki Silahlı Çatışma Ortamı Çocukların Yaşamını Zorlaştırmaya Devam Ediyor.

2013 yılında başlatılan Barış ve Çözüm sürecinin sona erdirilmesiyle yeniden tırmanan çatışma ortamı çocukların yaşamlarını ve gelişimlerini kısa ve uzun vadeli olarak etkilemektedir. Bu şiddet ortamına maruz kalan ya da bu ortama tanıklık eden çocukların bilişsel, fiziksel, psikolojik gelişimleri etkilenebilmektedir.  Savaş mağduru çocuklar, başta yaşam hakkı olmak üzere eğitim hakkı, sağlık hakkı ve gelişim hakkından yoksun kalmaktadır.

Savaşların en yıkıcı etkisi ölüm olmakla birlikte, savaş ve çatışma ortamında büyüyen çocuklar ömür boyu sosyal ve psikolojik zorluklar yaşayabilmektedir.

2017 yılı boyunca da çatışmalar ve askeri hareketlilik bölge illerinde hızından hiçbir şey kaybetmemiş; periyodik hale gelen sokağa çıkma yasakları ve sürdürülen operasyonlar en çok çocukların yaşamını etkilemeye devam etmiştir. Sahipsiz mayın, askeri mühimmat ve savaş artıkları çocukların ölümcül oyuncakları olmaya devam etmiş ve onlarca çocuk bu yüzden zarar görmüş ve uzuv kaybı yaşamıştır. Benzer şekilde askeri araçların yerleşim yerlerindeki aşırı hareketliliği ve kontrolsüz manevraları sonucu ölen ve yararlanan çocuklar haber konusu olmuştur.

Sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü dönemde yaşadıkları yerlerden ve öğrenim gördükleri okullarından kopmak zorunda kalan yüzbinlerce çocuğun sonraki süreçte eğitimlerine devam edip etmedikleri, psiko-sosyal destek hizmetlerinden yararlanıp yararlanmadıkları bilinmemektedir.

Yaşamın her alanında çocuklar şiddete ve hak ihlaline uğruyor!

Yaygın kullanımda „şiddet‟ teriminden çoğu kez yalnızca „fiziksel‟ zarar ve/veya „kasıtlı‟ olarak verilen zarar anlaşılır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi 2011 yılında yapmış olduğu genel yorumda ise; “Her çeşit bedensel veya zihinsel saldırı, yaralanma veya istismar, ihmal veya ihmalkâr muamele, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muamele” anlamında kullanılmaktadır.

Komite çocuklara yönelik hiçbir şiddet türünü kabul edilebilir görmemekte ve çocuklara yönelik şiddetin yasaklanmasında, önlenmesinde ve ortadan kaldırılmasında Ulusal Eylem Planlarının önemine dikkat çekmektedir. Öte yandan bu planların kalkınma politikası, program, bütçe ve eşgüdüm mekanizmalarıyla koordineli olmasının önemine denilmiştir.

İnsan Hakları Derneği dokümantasyon merkezinin kısıtlı olanaklarla yapmış olduğu raporlamalarda illerin mülki amirlerinin hoş görülmesi gerekir dediği pek çok şiddet türünün başta eğitim kurumları olmak üzere; toplumsal yaşamın her alanında hoş görüldüğü ve yaygın bir şekilde çocukların ihmal, istismar ve şiddete maruz kaldığını ortaya koymaktadır.  Açıklamamızın devamında sunulan bilanço bazı hak kategorilerinde çocukların karşı karşıya kaldığı ihlaller sunulmaktadır.

TÜİK verileri Türkiye’de 2014-2017 yılları arasında 7466’sı oğlan, 51818’i kız, toplam 59284 çocuğun cinsel istismara uğradığı belirtiliyor. 2017 yılı yaş aralıkları verileri ise cinsel istismara maruz bırakılan 11 yaş ve altı oğlan çocukların, diğer yaş gruplarına göre bir hayli fazla (%47,15) olduğuna, cinsel istismara maruz bırakılan kız çocuklarında ise yaş arttıkça çocuğa yönelik cinsel istismar sayısının arttığı gözlemleniyor. Cinsel istismara uğrayan kız çocukları içinde 15-17 yaş arası kız çocuklar, tüm yaş grupları arasında %59,18 ile en büyük kesim.[16]

Engelli Çocuklar Yaşamın Her Alanında Dışlanıyor!

Toplumsal yaşamın sürdüğü yerler parklar, açık alanlar, ticari ve sosyal merkezlere, eğitim ve kamu kurumlarına engelli çocuklar çoğunlukla erişememektedir. Resmi verilere göre 3-17 yaş aralığında 422 bin engelli çocuk bulunuyor. Bu çocukların tamamına yakını çeşitli ayrımcılıklara ve hak mahrumiyetine maruz kalıyorlar.

2018 yılı ülkemiz çocukları açısından “Kayıp Çocuk Yılı Olarak Kayıtlara Geçmiştir”.

Ağrı’da kaybolan 4 yaşındaki L.A ile Ankara -Polatlı’da kaybolan 8 yaşındaki E.Y adlı çocuklar kaybolmuşlar ve günlerce süren arama çalışmaları sonuç vermemiş ve her iki çocuğunda cansız bedenleri günler sonra bulunabilmiştir. Yaşanan olay toplumsal hafızada derin izler bırakmış ve bir kez daha kayıp çocuklarla ilgili var olan arama ve kurtarma mekanizmasının yetersiz olduğunu gözler önüne sermiştir. TÜİK’in yayımlamış olduğu istatistiki verilere göre 2008-2016 yılları arasında 104.531 çocuk kaybolmuştur.8 yılda 104.531 çocuğun kaybolması ve akıbetleri hakkında yeteri kadar bilginin olmaması çocuklar açısından ürkütücü bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Sözleşmenin 29. Yılında Türkiye’de “Çocukların Yüksek Yararı” Çocuk Hakları Temel Yasasının bir an evvel çıkarılması ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Önlenmesini Öngören Ulusal Eylem Planının ivedilikle hazırlanmasını gerektiriyor.

Çocuğun Eğitim Hakkı Yerine Getirilmiyor

Türkiye Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olduğu gibi, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne de taraftır. Sözleşmenin 13 ve 14.maddeleri eğitim hakkını içermektedir. Buna göre farklı etnik ve inanç gruplarında bulunan kesimlerin anadilinde eğitim hakkı ile inançlarına uygun dini eğitim alma hakları bulunmaktadır. Ayrıca zorunlu eğitimin parasız olması ve devlet tarafından karşılanmasının zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu bağlamda Türkiye’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni yürürlüğe koyarken -uluslararası hukukta koşulları uygun hale getirme anlamına gelen- çekincelerin (Sözleşmenin 17., 29. ve 30. Maddeleri) kaldırılarak hiçbir çocuğun ayırımcılığa uğramaması ve gelişmesinin desteklenmesi için yüksek yararının gözetilmesi gerektiğini hatırlatırız.

Türkiye’de Kürtçe sadece seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Bu durum Kürt çocukları bakımından anadilinde eğitim-öğretim hakkını karşılamaktan oldukça uzaktır.

Türkiye’de özellikle Alevi inancına mensup çocukların zorunlu din dersine tabi tutulması sözleşmeye aykırıdır. AİHM’in Türkiye aleyhine vermiş olduğu çok sayıda karara rağmen zorunlu din dersi uygulaması devam ettirilmektedir.

Türkiye’de 2012 yılında uygulamaya konulan 4+4+4 diye tarif edilen ilköğretim modeli zorunlu ve parasız olma kuralının dışına çıkmıştır. Sadece ilk 4 yıl zorunlu tutulmuştur. Bunun dışındaki yıllarda zorunluluk öngörülmemektedir. Siyasal iktidarın sürekli özel eğitim öğretim kurumlarını teşvik edici politikaları sonucunda eğitim özelleştirilmiş ve böylece devlet okullarındaki sık müfredat değişikliği ile eğitimin niteliği düşürülmüş ve özel okullar teşvik edilmiştir. Bu durum ilköğretimin zorunlu ve parasız olma kuralı ile çelişmektedir. Ayrıca devlet okullarındaki bağış türü uygulamalar birçok yerde mahalle baskısı yaratmış ve zorunlu bir hal almıştır.

Not: Veriler sınırlı olanaklarla İHD dokümantasyon birimince derlenen verilerdir.

TÜİK ve resmî kurumlar çocuk hak ihlalleri ve çocuklarla ilgili güncel verileri bir süredir yayımlamamaktadır. “ belirtildi.

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.